OĞUZ PAKÖZ: "HAYAT MARAŞ'TA BAŞLAMIŞTIR DİYEBİLİRİZ"

 

Kahramanmaraş’ın velut kalemlerinden biri; Oğuz Paköz. Yıllardır Alkış dergisinin ağır sorumluluğu da onun omuzlarında. Oğuz Paköz’le çocukluğunun Maraş’ını konuştuk.

 

Oğuz Bey, hayatınızın büyük bir bölümünü Maraş’ta geçirdiniz. Çocukluk günlerinizdeki Maraş’la bugünkü Maraş’ı kıyaslamanızı istesek, bize neler anlatırsınız?

 

Benim çocukluk günlerimde Maraş büyükçe, güzel, şirin bir köy gibiydi. Neredeyse her evde bir hayvan vardı. Pek çok evde daha da çok. Yük hayvanı, büyük ve küçükbaşlar olduğu gibi kümes hayvanları da vardı. Çok küçük yaşlarımda iken ara sokakların çöplerinin bile bu yük hayvanları aracılığı ile toplandığını anımsıyorum. Büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar için kentin üç yerinden nahır kaldırılırdı. Bu uygulama 1965 yılına değin sürmüştür. Hemen her evde bir dut ağacı vardı. Pek çok evde asma (üzüm) ağacı da bulunurdu. Bundan sonra sıra incir ağcına gelirdi. Başka başka ağaçlar da bahçeleri süslerdi ama öncelik bunlarda idi. Bu ağaçlar yazın evi gölgelendirir, kışın ise yapraklarını döktüğü için güneşin evin içine girmesini engellemezdi. Hemen her evde gül, karanfil, mentur, çıtlık, balık ağzı, reyhan, karagöz gibi çiçekler saksılarda evi süslerdi. Hiçbir ev bir başka evin güneşini ya da rüzgârını kapatmazdı. Yolları genelde çınar ağaçları süslerdi. Bu bakımdan neresinden bakılırsa bakılsın Maraş yemyeşil bir kentti.

 

Ana caddeler kara taşlarla kaplı idi. Kaldırımların kenar taşları vardı ama kaldırımlar topraktı. Eğimli ara sokaklar, taşlarla döşenmiş merdiven biçimindeydi. Sokaklar ev hanımlarının ortak alanı gibiydi. Orada yazları bulgur kaynatırlar, tarhana pişirirlerdi. Bu işler olmadığı zaman ise çocukların oyun alanı idi. Kentte özel taksi, özel cip sayısı beşi bulmazdı. Buna karşın kentte ticari amaçlı pek çok cip ve kanatlı, kuyruklu Amerikan arabaları vardı. Bu taksiler ve cipler en çok parayı Çarşamba günleri gelin getirme törenlerinde kazanırlardı. Esnaf çırakları, kalfaları da Pazar günü bu taksilerle kent içinde turlarlardı. Çok özel durumlarda orta sınıf halkın da bu taksilere bindiği olurdu ama geceleri gazinodan çıkanları evlerine taşımakla da kazançlarına kazanç katarlardı. Maraş’ın gazinoları (Maraşlılar onlara ‘pavyon’ derdi) pek ünlü idi. Komşu illerden de pek çok geleni olurdu. O günlerde çok zorunlu durumlar dışında bu taksilere binilmezdi. Dolmuş yoktu. Toplu taşıma aracı olarak küçük bir ya da iki otobüs vardı.

 

Her mahallede çarşı bulunmasına karşın alışverişin ana merkezi Kapalı Çarşı ve çevresi idi. Maraşlılar “Uzunoluk’tan aşağıda evin olmasın, Uzunoluk’tan yukarıda iş yerin olmasın,” derlerdi. Kentin güneyi alışveriş için çok elverişli idi ama yaz günleri sıcaktan korunmak için yukarılara sığınırdı herkes. Çarşıbaşı, Sarayaltı, Arasa Camisi ve Batıpark’ın kenti sınırladığını anımsıyorum. 1960’tan sonra Bahçelievler mahallesi kurularak kent güneye kaymaya başladı. Bu büyüme 1970’ten sonra güneybatı yönünde başladı. 1980’den sonra da batı yönünde gelişme hızlandı. 1985’lerden sonra özellikle batı yönünde olmak üzere kent çok hızlı bir yatay ve dikey büyüme gösterdi. Bunda Maraş’ın 1983’ten sonra yararlandığı teşviklerin katkısı büyüktür. Kentin büyümesi bugün de çok hızlı bir biçimde sürüp gitmektedir

 

Pek çok kentimizde olduğu gibi şirin yeşil bir köy gibi görünüm veren bir beldeden hem yatay hem de dikey bir büyüme ile çağdaş (!) bir kente dönüşüm gerçekleştirmiş olan Maraş’ı böyle bir söyleşide özetlemek çok zordur. Aslında bu soruya karşılık vermek için çok geniş bir sayfa açmak gereklidir.

 

Maraş Senin Nazın Var’ı ve Maraş Destanı’nı yazdınız. Sizce Maraş’ı özel kılan sebepler var mıdır, bunlar nelerdir?

 

Maraş Destanı’na Ahırdağı Destanı’nı da eklemelisiniz. Toprak parçasını vatan yapan şey özünde tarihi, edebiyatı ve müziğidir. Başka unsurlar da etkilidir kuşkusuz ama bunlar başı çeker. Bence Maraş’ın birkaç özelliği açık ara öne çıkmaktadır. Birinci özelliği doğasıdır. Maraş, ülkemizde egemen olan üç değişik iklimin kesiştiği yerdedir. Doğudan İran-Turan İklimi, kuzey ve kuzey batıdan Sibirya İklimi ve güneyden Akdeniz İklimi Maraş’ta kesişmektedir. Ceyhan Irmağı, Elbistan ve Afşin ovalarını kollarıyla hemen her yerinin sulayarak, Göksun çaylarını yanına alarak, Maraş merkezini de kuşatarak Osmaniye’ye geçer. Bu oluşuma Andırın çayları da katılır. Doğu kesiminde yine Ceyhan’a karışan Erkenez ve Aksu çayları vardır. Kuzey-kuzeydoğuda Göksu onlarca kilometre Ekinözü ve Nurhak’ı dolaşarak Helete’yi geçer ve Fırat’a karışır. Ovalarımızda ve dağlarımızda yeraltı suları da boldur. Nüfusu iki milyonu bulan ve çok büyük sanayisi olan komşumuz Gaziantep’in içme ve sanayi suları Göksu ve Aksu’da yapılmış göletlerden gittiği gibi Evri bölgesindeki kuyularla da desteklenmektedir. Göksu’nun suyu Fırat aracılığı ile Basra Körfezine oradan da Hint Okyanusuna dökülür. Ceyhan Akdeniz’e suyunu boşaltır. Binboğa Dağının kuzey yamaçlarının suyu da Kızılırmak’a oradan Karadeniz’e dökülmektedir. Yani Maraş’ın suları üç ayrı denize akmaktadır. Andırın’da denizden 300 metre yükseklikle başlayan ilin rakımı Nurhak’ta üç bin metrenin üstüne çıkar. Maraş’ta fındık, turunçgil dahil hemen her bitkinin üretimi yapılmaktadır. Hayat burada başlamıştır, diyebiliriz. Direkli Mağarasında bulunan ana tanrıçanın on altı bin yıllık olduğu söylenmektedir. Domuztepe Höyüğünün ise bilinen en eski dünya kentlerinden biri olduğu belirtilmektedir. Buradaki yapı ve buluntuların ‘Tel Halaf’ biçiminde olduğu ve Maraş’ın da Mezopotamya’nın bir parçası olduğu belirtilmektedir. Yazın sıcaktan kavrulan bir bölgede kayak merkezinin olması bence çok önemlidir. Ayrıca eli öpülesi ormancılarımızın çabalarıyla dünyanın insan eliyle dikilmiş en büyük ormanının da Maraş’ta olduğunu belirtelim. Bu konularda da söyleyecek çok sözümüz var ama yerimizin darlığı nedeniyle uzatmak istemiyorum.

 

Maraş’ın bir başka önemli özelliği ise kuşkusuz Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği büyük başarıdır. Maraş kendi çabasıyla düşmanı ülkeden kovan ilk ildir. Çevre köylerin, ilçelerin, komşu illerin, Kuvayımilliye'nin de katkısı olmuştur ama genelde Maraş Savaşı bir kent ve kentli savaşıdır. Fransız işgalinden iki gün sonra Sütçü İmam Olayı yaşanmıştır. 27 Kasım’da Bayrak Olayı yaşanmıştır. Ardından 21 Ocak’ta Maraşlı ile Fransız ordusu ve işbirlikçileri arasında kanlı savaş başlamıştır. Bu savaş zaman zaman bir var oluş, yok oluş savaşına dönüşmüştür. Daha Misakımillî’nin ilanı bile yapılmadan Maraş düşmandan arındırılmıştır. Misakımillî’nin 17 Şubat 1920’de açıklandığını Sevr Antlaşmasının 10 Ağustos 1920’de yapılmış olduğunu da bu arada anımsatmış olalım. Maraş işgal edilmeye başlarken kent on bölgeye ayrılmış ve her bölge silahlı savaşçıları ile savaşa tek yürek olarak katılmıştır. Savaş tek elden Arslan Bey başkanlığında yönetilmiş Sivas’tan görevlendirilen Kılıç Ali Maraş’taki uygulamayı uygun görerek onaylamıştır. Daha Sivas Kongresi'nin etkileri ortaya çıkmamışken, daha Ankara kendini toparlamamışken Maraş işi bitirmiştir. Maraş’ın Fransız birlikleri ile işbirlikçilerini kovması tüm ülkemizde dahası pek çok işgal altındaki ülkelerde umut olmuştur. Maraş’ın düşmandan arınması Mustafa Kemal’i, daha doğrusu Ankara’yı Avrupa’nın muhatap saymasına vesile olmuştur. Maraşlı 12 Şubat'tan sonra başta Antep olmak üzere komşu bölgelerdeki savunmalara koşmuş, Maraşlı oralarda şehit vermiş, gazi olmuştur.

 

Maraş savunması gibi bir savaşı tarih yazmamıştır. İşgalin güçlü ve düzenli ordusu ve onun binleri bulan yerli işbirlikçilerinin büyük katılımı ile her şeyi yapabileceğini sananlar atlarının, katırlarının ayaklarına çaput bağlayarak karlı boranlı bir gecede kaçmak zorunda kalmışlardır. Böylelikle Maraşlı büyük bir utku kazanmış, dostlara umut olmuş, düşmanlara korku salmıştır. Böyle düzenli, donanımlı bir orduya onca yerli işbirlikçilerinin desteğine karşın Maraşlının kafa tutması, üstelik onları kaçmak zorunda bırakması aklın alacağı iş değildir. Maraşlı bunu başarmıştır. Maraş’a ruh veren en önemli özellik bence 12 Şubat utkusudur.

 

Kahramanmaraş denilince ilk akla gelen dergilerden biri Alkış. Alkış dergisi nasıl çıktı, neler yaptı?

 

Alkış dergisini birkaç arkadaşımızın çabası ile yayınlanmaya başladık. Çok geçmeden sorumluluğun büyük bir bölümü benim üzerimde kaldı. Bu durumdan dolayı hoşnutsuzluğum yok, dahası mutlu olduğumu da söyleyebilirim. İlkin şair Nihat Yücel ile Haydar Okur’un emeği geçmişti. Şimdi ise Serdar Yakar büyük katkı sağlamaktadır. Düzenlemelerde de şair Tayyip Atmaca’nın emeği geçmekte. Bir yıldır basım işini de Onikişubat Belediyesi üstlendi. Hepsine de teşekkür ediyorum. Alkış dergisi olarak yirmi bir yıldır Kahramanmaraş’tan tüm ülkemize ses, söz, soluk gönderiyoruz. Yurt dışından da okurlarımız, yazarlarımız var. Dergimizde her yerden, her görüşten özgür düşünceler yaşatıyoruz. Edebiyat dışında felsefe, müzik, folklor gibi konuları da yaşatmaya çabalıyoruz. 123 sayılık birikimimizle Alkış dergisi olarak bugün büyük bir bilgi birikimi içerdiğimiz açıklıkla görülmektedir.

 

Söyleşi: Hatice Çınar

 

Evelâhir Sayı - 12